"SİYASETTE DAİMA BİR SÜRPRİZ OLABİLİR"
"SİZ DERSİM KERBELA'DIR DERSENİZ, ULUDERE NEDİR DİYE SORAN OLUR"
"YENİ TÜRKİYE SOMA MI? ERMENEK Mİ? UYDURMA DAVALAR MI?"
"CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, ATATÜRK’Ü SAHİPLENME YARIŞINDAYSA MUTLULUK DUYARIM"
CHP Eski Genel Başkanı Deniz Baykal uzun süren sessizliğini dün Gece Genç Bakış'ta bozdu, çok ses getirecek açıklamalar yaptı!
"KENDİ PARASIYLA YAPTIYSA İSRAF DEVLETİN PARASIYLA YAPTIYSA AĞIR BİR SORUMSUZLUK. ERDOĞAN O BİNANIN HAŞMETİNE TUTSAK OLABİLİR"
"CUMHURBAŞKANI AK PARTİ'YE OY İSTERSE BU ANAYASAYI TEKMELEMEKTİR"
"CHP’DEKİ AYRILIKLARDAN BÜYÜK IZDIRAP DUYUYORUM EMİNE ÜLKER TARHAN’I PARTİDE TUTABİLMELİYDİK"
işte programın geniş özeti;
Deniz Baykal bir izleyiciden gelen "Baykal'ın yeniden genel başkanlığa dönmesi mümkün mü?" Şeklindeki video-soruya dönüş sinyali gibi yorumlanabilecek bir yanıt verdi.
SİYASETTE DAiMA BİR SÜRPRİZ VARDIR
- Siyaset, ülke sürekli değişim yaşanan bir alandır. Ne olacağını bilemeyiz. Siyasetin içinde daima bir sürpriz, bilinmezlik vardır. O bilinmezlik ne zaman ortaya çıkar, nasıl ortaya çıkar kimse bilemez. Bir bakarsın, CHP büyük bir başarı gerçekleştirebilir. Bu Türkiye’de çok önemli değişimlere yol açar. Bir bakarsın CHP'de bir değişim olmayacağı netlik kazanır ve ona göre bir süreç işler. Şimdiden bekleyiş ve varsayımları koyarak ona göre yürümek doğru değil. Seçmen olarak, politikacı olarak, partiler olarak, yöneticiler olarak görevimizi yapalım, sonra ülkenin şartları hepimize ne yapmamız gerektiğini söyler, bunun gereği de yapılır.
DERSİM BİR PARTİNİN DEĞİL BİR DEVLETİN ORTAK SORUMLULUĞU, SİZ DERSİM KERBELA'DIR DERSENİZ ULUDERE NEDİR DİYE SORAN OLUR, SONU GELMEZ
- Türkiye’nin siyasi tarihinden husumet çıkarmak mümkündür. Çünkü çok sıcak çatışmaların yaşandığı çok güç bir coğrafyada, çok iddialı bir sürecin başarıya ulaştırılması için bugünkü anlayışımızla bağdaşmayan uygulamalar yapılmıştır. Bütün mesele bizim tarihimizden husumet mi çıkarmak istememiz bugün için bir ders mi çıkarmamız gerektiğidir. Bu sadece bizim için değil tüm dünya ülkeleri için böyle. Bu acı olayları bir siyasi tartışmaya malzeme haline dönüştürmek sakıncalıdır. Üzüntüyle söyleyelim sayın Başbakan Dersim’i Kerbela’ya benzetti. Bir Başbakan bir iktidar sahibi buraya girerse bu tarihe bakıp siyasi tartışma için malzeme çıkarıp birini suçlamak için buna yönelmeye kalkarsa sizin söylediğiniz gibi o bir siyasi partinin değil bir siyasi dönemin ortak sorumluluğudır ki, bugünkü iktidar partisinin afişlerle arkasına sığındığı ve kahramanımız ilan ettiği insanlar da (Bayar ve Menderes'i kastederek) var o işin içinde. Yani bir devletin ortak sorumluluğu. Bunu Kerbela’ya benzetirse birisi de çıkıp Uludere ne peki derse bunun sonu alınmaz.
- Yani devlet adamı sıkıştığı noktada güncel siyasi yarar için ülkenin milli tarihindeki acı olayları birisine fatura edeceğim diye istismara teşebbüs eden insan değildir. O acıyı herkes yüreğinde yaşar, yaşamalıdır ama bunu bir siyasi suçlama konusu haline getirmek başka. Eğer bu bir yöntem olacaksa herkes için söylenecek çok şey vardır ve bu uygun değildir.
YENİ TÜRKİYE SOMA MI? ERMENEK Mİ? UYDURMA DAVALAR MI?
- 17-25 Aralık yargısı, demokrasisi diye tarif edilebilir mi Türkiye? İleri demokrasi dediniz buraya geldik. Şimdi de yeni Türkiye deniliyor. Yeni Türkiye nedir? Soma mı, Ermenek mi? Ne? Uydurma davalar mı, imal edilmiş CD’ler mi? Yıllarca içeride tutulan genelkurmay başkanları mı?
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN ATATÜRK’Ü SAHİPLENME YARIŞINDAYSA MUTLULUK DUYARIM - Cumhurbaşkanı Erdoğan Yeni Türkiye’de Atatürk istismar edilmeyecek demiş. Sayın Cumhurbaşkanı Atatürk’ü sahiplenme konusunda bir yarış duygusu içinde konuşuyorsa bundan büyük mutluluk duyarım. Atatürk’ü neden istismar etsin CHP? Atatürk’le CHP iç içe. Atatürk’ü sahipleniyor.
KENDİ PARASIYLA YAPTIYSA İSRAF, DEVLETİN PARASIYLA YAPTIYSA AĞIR BİR SORUMSUZLUK
ERDOĞAN O BİNANIN HAŞMETİNE TUTSAK OLABİLİR
- Eğer yeni Başkanlık sarayını Erdoğan kendi parasıyla yaptıysa israftır. Eğer devletin parasıyla yapıysa çok ağır bir sorumsuzluktur. Ne estetik açıdan, ne işlevsellik açısından, ne bir haşmet yansıtması açısından başarılı bir uygulama olduğunu söylemek mümkün değil. Çok kaba ve artık günümüzde pek görülmeyen bir büyüklük özleminin yansıdığı bir yapı olarak düşünülüyor. Ayrıca bunu yaparken Başkanlık rejimi olacak diye planlanmış. Ama şu an durum öyle değil. Koca boş bir saray var, Başbakan oraya gelmiyor. Bu sayın Erdoğan’ın o binanın haşmetinin tutsağı haline dönüşmesi sonucunu da doğurabilir. O haşmet bir hasretlik, tecrit edilme ve tutsaklık tablosuna da dönüşebilir.
İKTİDAR CUMHURİYET PROJESİNİ BOZMAYA ALIŞTI AMA PROJE HALA İŞLİYOR
- Menderesler, Demireller, Erdoğan bunların hepsi cumhuriyet projesinin uygulayıcısıdır. Son 12 yıllık iktidar o projeyi bozmaya çalıştı biraz, önemli adımlar da attı farkındayım ama o proje işliyor. İşlemeye devam edecek.
CUMHURBAŞKANI AK PARTİ'YE OY İSTERSE BU ANAYASAYI TEKMELEMEKTİR
- 2015 seçimlerinde sayın Cumhurbaşkanı AK Parti lehine oy isterse bu anayasayı ihlal olur. Tartışma götürmez. Taraf olma kaba bir şekilde Anayasa’yı tekmelemek demektir. Yapar mı, inşallah yapmaz. Yaparsa bu Türkiye’deki bunalımı daha derinleştirir, daha arttırır. Gerilimi daha da yükseltir. Partinin bir genel başkanı var, bırakın seçime girsin, ya kazanır ya kaybeder. Halk başka bir parti seçti diyelim ne olacak, kavga mı edeceğiz? Bu kadar kavgayı öngören bir tercih yapılabilir mi? Yapmayacağını, aklın, sağduyunun, mantığın o düzeye gelmediğini düşünüyorum.
VEKİLLİĞİNİ ENGELLESEM ERDOĞAN EFSANE CHP PERİŞAN OLURDU
- Tayyip Bey’den kurtulmanın kestirme yolu, Baykal hayır diyecekti ve bu iş olmayacaktı diyorlar, ne güzel dünya. Biz yüzde 34 oy almış bir partinin meşru genel başkanı olan bir siyasetçinin milletvekili olmasını engelleme pozisyonuna partiyi sokmuş olsaydık, o pozisyonda biz perişan olurduk. Dışarıda kahraman olur, efsane olur. Giderek daha büyük mağdur olur ve bunu yürütemezsin. Bugün yine hiç tereddüt etmeden desteklerim. Yüzde 34oy almış bir adamın mahkumiyet yaşadğı için vekil olamamasına sevinmedim ve bunu yanlış buldum. Kim olursa olsun bunu yapardım. Ben rakiplerimi kanunla saf dışı etmem. Yarışacağız, yeneceğiz, yenileceğiz.
- O zaman bir pazarlık yapmadıysan neden destek verdin diyebilirler. Ama yüzde 34 oy almış bir siyasi parti, parlamentonun üçte ikisine yakın bir çoğunluğu elinde bulunduran bir siyasi parti. Partinin meşru genel başkanı, oy pusulasının üzerinde resmi bulunan bir genel başkan, kampanyayı o yürütüyor, vatandaş ona oy veriyor. Ama milletvekili ve Başbakan olamıyor. Böyle bir tablonun sürdürülebilirliği yoktur. O hukuki engellerin hiçbirisi Allah’ın emri değildir. Hepsi 12 Eylül düzenlemeleridir. Adam Anayasa değişikliği getirse, referanduma gitse ne olacak? Biz de Güneş Taner gibi no, no, no yazılı tişörtler giyip oy vermeyin mi diyeceğiz. Bu demokrasiye, milli iradeye inanan bir siyasi partiye yakışır mı? CHP o kanunun arkasına saklanıp milletin oy verdiği bir siyasi lideri milletvekili olmaktan yoksun bırakmaya teşebbüs etseydi, halkın gözünde demokrasi, özgürlük deme hakkı olabilir miydi, halkın karşısına çıkabilir miydi? O günden bugüne ne kanunlar çıktı. Şimdi Öcalan Meclis’e girecek mi, girmeyecek mi onu konuşuyoruz. Yani Türkiye’de anayasa, hukuk, kaç kere değişti.
- Adam orada 4 ay rahat bir mahkumiyet geçirmiş, mağduriyet edebiyatına başlamış, milletvekili yapmamak mümkün mü böyle bir insanı. Buna direnmek direnenleri halkın gözünde demokrasi, adalet, vicdan her anlamda mahkum eder.
CHP’DE YAŞANANLARA İMALI CEVAP….
- Bir parti uzun süre iktidara gelemeyince niye gelemiyoruz diye arayışlara başlar, önce birilerini suçlar. O gitsin o engelliyor derler. Olur bir şekilde, sonra görülür ki değişen bir şey yok. Hatta belki adam daha iyi yapıyordu. O da irdelemeye değer bir tablodur. Neden o zaman diye düşünülmeye başlanır. Kendi siyasi kimliğini sorgulamaya başlar ve kendi kimliğini aşan arayışlara yönelmeye başlar ve bu bir özenme, taklit etme, başkalarına benzeme hevesi gibi arayışları ortaya çıkarır. Bir süre sonra onunla da bir şey olmadığı ortaya çıkar ve bu arayışlara karşı bir tepki oluşmaya başlar. Bizim kimliğimizden ne sıkıntımız var derler.
CHP’DEKİ AYRILIKLARDAN BÜYÜK IZDIRAP DUYUYORUM. EMİNE ÜLKER TARHAN’I PARTİDE TUTABİLMELİYDİK
- Bir siyasi partiye elbette yeni katılımlar olur ve parti de zenginleşmek açılmak ister. Bu çok da doğaldır.
- Ben ilkelerinden ahlakından siyasi bilincinden kuşku duymadığım saygı duyduğum insanların CHP’de artık siyaset yapma imkanı kalmadı diyerek ayrılıyor olduklarını görünce büyük ızdırap duyuyorum. Böyle bir ayrışmayı taşıyacak noktada değiliz.
- Ben Emine Ülker Tarhan’ın parti ilkelerinden koptuğu kanısında değilim. Partisinden ayrılma kararı almış olabilir ama ben onu daima CHP’li olarak düşünürüm. Böyle düşünmekten vazgeçmemi gerektirecek bir gözlemim de olmadı. Yani bu başka bir olay, parti kimliğiyle bir kavga değil. Ama bir memnuniyetsizliği, bir tatminsizliği var. Olacak tabii. Bunu da en dürüst, en saygılı şekilde ifade ediyor. Emine Ülker Tarhan’ı CHP’de tutamamak beni çok üzüyor. Bunu kendi problemimiz diye görüyorum ben. Biz onu tutabilmeliydik.
MİLLET DEMEK ETNİSİTEYİ İNKAR DEMEK DEĞİL TÜRK MİLLETİNİ BİR IRK KAVRAMI OLARAK ALGILAMAK ÇOK YANLIŞ
- Bugün etnisite kışkırtıcılığı yapan siyasi çevreler dahil olmak üzere herkes millet kavramında bir mutabakat sağlamaya çalışıyor. Millet demek, etnisiteyi inkar etmek demek değildir. Etnisitenin üzerinde bir ayniyeti aramak ve yakalamak demektir. Türk milletini bir ırk kavramı olarak algılamak çok büyük bir yanlıştır.
ATATÜRK BİR DEVLET KURUCUDUR KURULMUŞ BİR DEVLETİ İDARE EDERKEN ELİNE YÜZÜNE BULAŞTIRAN BİRİ DEĞİL
- Atatürk bugün 133 yaşında. Ve 76 yıldır yaşamadığı halde, genç , ışıl ışıl, dipdiri bir siyaset yıldızı kimliğini muhafaza ediyor. Böyle bir şahsiyeti çeşitli yönlerden sahiplenmek isteyen kesimler olacaktır. Bunda bir sakınca yoktur. Atatürk’ü kendine göre tanımlayanın önüne geçmeye gerek yok.
- Atatürk bizim bugün anladığımız biçimde çok partili, demokratik siyasi sürecin bir parçası değildi ama 1920’leri 30’ları konuşuyoruz. O dönem Avrupa’ya bakın. Hitler’in, Mussolini’nin ortaya çıkmasına yol açan bir dönem. Böyle bir kargaşanın içinde Türkiye’de ilk andan itibaren hep bir demokratik arayış kendisini göstermiştir. Türkiye’yi dediğim dedik bir anlayışla yönetmek hiç yoktur demeyelim ama bir ideal olarak ortaya konmamıştır. Ama demokrasi daima bir ideal olarak ortaya konmuştur.
- Atatürk bir devlet kurucudur. Kurulmuş bir devleti idare eden ya da idare ederken eline gözüne bulaştıran biri değildir. Çok modern kavramlarla bir devlet kurmuştur. Ve o ana ilkelerin özü bugün Türkiye’de de dünyada da yapılan işin ne kadar başarılı ve müthiş olduğunu ortaya koymaktadır.
ULUSLAŞMAYI IRK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANIR DEYİP PARÇALAMAYIN
- Her şey bir yana uluslaşma ve laikleşme bir yana. Atatürk etnik kimlikleri aşan bir siyasi kimlikle bir ulus şekillendirmek istemiştir.
- Uluslaşmanın uygulamada çok sıkıntılar yarattığına dair çok şikayet olabilir ve şu anda konuşulanlar da zaten oradan kaynaklanıyor ama olayın özü önemlidir. Ve olayın özü etnisiteyi aşan bir siyasi kimlik yakalamadır.
Büyük bir değer var orada. O değer Türkiye’nin huzuru, barışı ve bölge için çok önemli. Bu ırk üstünlüğü dayatmasıdır deyip parçalamayalım. Hatalar yapılmış olabilir, onu konuşalım hesabını soralım.
ATATÜRK MİLLİ İRADE DİYOR AMA BAŞKA ŞEYLER DE DİYOR….
- Milli irade diyen Atatürk’tür diyor sayın Cumhurbaşkanı. Evet milli irade diyen Atatürk’tür ama ‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ diyen de Atatürk’tür. Laikliği getiren de odur. Bunları görmeyeceksin, milli irade diyeceksin. Atatürk milli iradeyi saltanatı ve hilafeti aşan bir meşruiyet temeli olarak, bir egemenlik temeli olarak düşünmüş ve bu coğrafyada ilk defa ortaya koymuş. Elbette demokrasi milli iradeye indirgenecek bir kavram değil ama milli irade demokrasinin cumhuriyetin rakibi olacak bütün egemenlik modellerini silip atmış.
LAİK OLMADAN DEMOKRAT OLUNMAZ LAİKLİĞİN OLMADIĞI YERDE MEZHEP KAVGASI VARDIR
- Laikleşme hiçbir şekilde dine karşı bir olay olarak ifade edilemez, hiçbir zaman da böyle düşünülmemiştir. Laiklik demokrasi demektir. Laik olmadan demokrat olunamaz. Laiklik barış demektir. Laikliğin olmadığı ortamda din kavgası vardır, mezhep kavgası vardır. Mezhep kavgasının önüne geçecek olan olay laikliktir.
İLERİ DEMOKRASİ DERKEN NORMAL DEMOKRASİYİ KAYBETTİK ÇOK CİDDİ BİR BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE YARGI İHLALİ VAR - Türkiye’de demokrasi ihlalleri var. Onu da aşacağız inanıyorum. Yargı, hukuk siyasi iktidarın denetimine alındı. Bu bir facia.
- Siyasetçiler sıkıştıkça terminoloji değişikliği ile bir tazelenme arayışı içine girerler. Bir süre önce ileri demokrasi lafı çıktı. Ne oldu sonra? Normal demokrasiyi kaybettik. Basının hali ortada. Artık oto sansür basına egemen olmaya başladı. Ülkeme yakıştıramıyorum ama çok açık gerçek bunlar.
- Rejimin iktidarın baskısından dolayı gazetecilik televizyonculuk yapamayan insanlara bir bakın, orada bir facia yaşanıyor. En sıkı dönemlerde, 12 Eylül’de gazetecilik, yayıncılık yapmış insanlar şu an yayıncılık yapamıyorlar. Bu geçiştirilecek bir konu değil. Türkiye’de çok ciddi bir basın özgürlüğü ve yargı sorunu var.
FATURA CHP’YE ÇIKTI
- Tek partili rejim içinde yaşanan değişimler çok partili dönem içinde bir imtihana tutuldu. Ve çok gerilimler yaşandı. Buna karşı Demokrat Parti Atatürk’ü koruma kanunu çıkardı. MendereS irticaya karşı bir nutuk verme gereği duydu. Partileri aşan bir şekilde yaşanmış olan devrimlere bir etki tepki süreci yaşandı. Şu an da o sürecin içindeyiz. Bu devrimi gerçekleştirenlerle özdeşleşen onların bir parçası olan siyasi hareketler, çok partili rejime geçildiği zaman haklı, haksız çok fatura çıkarılır. Bu CHP’nin siyasi bagajını ağırlaştırdı şimdi bununla yürümeye çalışıyor CHP.
CHP'DE ÇEKİŞME DEĞİL İKTİDAR ÖZLEMİ VAR
- CHP’de çekişmeler bitmiyor algısı bize yapıştırılıyor. Bunun bir kısmı abartılı bir değerlendirme. Her partide tartışma olur bunun çok önemi yok. Asıl mesele cumhuriyeti tek parti düzeni içinde kurmuş bir partinin çok partili rejimde tek başına ülkeyi yönetir noktaya gelmesine duyulan büyük özlem. Bu hem parti içinde hem de oy verenler arasında sürekli bir sıkıntı yaratıyor.
İHSANOĞLU’NUN ADAYLIĞI VİCDANLARDA VE ZİHİNLERDE DEĞERLENDİRİLMİŞTİR
- Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı belirlenirken parti yetkili organları eminim kendi aralarında konuşmuşlardır. Konuşmasalar bile, inanıyorum ki bu kararı alan değerli parti yöneticilerimiz kendi vicdanlarında zihinlerinde bir değerlendirme yapmışlardır. Siyaset bir öğrenme sürecidir, yanlışlar da yapılmış olabilir. Ama şimdi bizim tutup Türkiye bu haldeyken geçmişte şu aksaklık vardı diye saplanmamıza gerek yok.
SÜHEYL BATUM KONUSUNDA HENÜZ BİR ADIM ATILMIŞ DEĞİL
- Süheyl Batum konusunda partinin yetkili organları henüz ciddi adımlar atmış değil. Tebliğ bile edilmedi henüz Süheyl Bey’e.
- Prensip olarak bir defa bir parti içinde uyum önemlidir. Bu uyumu gerçekleştirmek lazım.
- Bir partide barış ve istikrar disiplin mekanizması çalıştırılarak sağlanmaz. Barış ve istikrar birbirini anlayarak, katılımı sağlayarak, paylaşarak ve karşılıklı hoşgörüyü hakim kılarak sağlanır. İflah olmaz bir durum olduğunu sanmıyorum partide. Biz bunları taşımalıyız.
1 MART TEZKERESİ NEDEN REDDEDİLDİ?
- 2003'te 1 Mart tezkeresinde biz parlamento olarak çok önemli bir tavır sergiledik ve TBMM’nin tarihine yakışan bir önemli karar aldık ve dedik ki Türkiye bu düşünülen askeri harekatın karargahı olmamalıdır. Uluslararası hukuk böyle bir operasyona yetki vermiyor. Bunlar bizim komşularımız onlarla hiçbir şekilde böyle bir düşmanlığın tarafı olmamalıyız bu Türkiye’nin menfaatlerine tamamen terstir, kim niçin giriyor onu da anlamış değiliz. Bu müdahalenin hiçbir amaca hizmet etmeyeceği benim için çok netti. Bugün 2014’te bütün aklıbaşında insanlar biliyor ki Irak Harekatı yanlış bir iş oldu.
O gün Amerika’yı yönetenler, o süreçten büyük vicdan azabı duymuştur ve bunu dile getirmişlerdir.
BEYLERBEYİ'NDE EROĞAN'LA GÖRÜŞTÜK AMA PAZARLIK YAPMADIM
- 2002-2003 döneminde milletvekili değilken Erdoğan ile buluşup bir pazarlık yaptığım ve o pazarlıkta 'Sana Başbakanlığı veriyorum ve karşılığında da bana şunu ver' şu diye konuştupum söyleniyor. Bu benim artık düzeltmekten yorulduğum ama bitmeyen bir konu. Bir şehir efsanesi. Hiçbir ciddi temeli yoktur. Bu bahsedilen görüşme doğrudur. Ama o görüşme olduğu zaman o iş zaten bitmişti. Anayasa değişikliği zaten yapılmıştı. Biz o görüşmede 1 Mart tezkeresini konuştuk. Şubat ayının sonuydu. Tek kelime bile bu konulara dair bir söz geçmedi. Ben siyasi hayatında doğru söylemeyi kendisine ilke edinmiş bir insanım. Bilerek hiçbir zaman kimseye yalan söylemedim. Yok böyle bir şey, hiç konuşmadık.
SEN ÇARŞAFLISIN GİT Mİ DESEYDİM, O ÇARŞAFIN ALTINDA BİR İNSAN, BİR KADIN, BİR VİCDAN VAR
- Çarşaflı birine rozet takma olayı da çarpıtılıyor. Özellikle kurgulanmış bir olay değil. Erzurumlu bir adayımız vardı, bütün hemşehrilerimi partiye davet edebilir miyim dedi, elbette hepsini al getir dedik ve bir tören yapıldı ben de sıraya giren herkese rozetini takmaya başladım. Karşıma bir çarşaflı hanım çıktı. Ona sen çekil, çarşaflısın sana rozet takamam demek sosyal demokrasiye sığar mı? O bir vatandaş, onun çarşaflı olmasını ben partili olmasına, vatandaş olarak hak kullanmasına engel mi sayacaktım. Bunun demokrasiyle, sosyal demokrasiyle bağdaşan bir tarafı var mı? Tereddüt bile etmeden taktım o rozeti, ne oldu? O çarşafın arkasında bir insan var, bir kadın var, bir vicdan var. Bu insani bir olay, bunun konuşulmuş olması çok şaşırtıcı.
ORTADOĞU'YA ASKERİ HAREKAT KABUL EDİLEMEZ
- Bence uluslararası hukuki meşruiyet olmadan ve Türkiye’nin yaşamsal çıkarları söz konusu olmadan TSK’nın herhangi bir yere ve özellikle Ortadoğu’ya yönelik olarak askeri harekata yönlendirilmesi hiçbir şart altında kabul edilebilir değildir.
- Türkiye eğer oradaki dokunun bozulmamasını, Kobani’nin Kobani gibi kalmasını istiyorsa Türkiye asker filan kullanmadan orayı dokunulmaz hale getirebilirdi, getirmeliydi. Tezkere filan, bunlar mecburiyetlerle ortaya çıkarıldı. Biz bir suçluluk duygusuna itildik.
- 1 Mart tezkeresinin reddedilmesinin ardından Türkiye’nin İslam dünyasındaki saygınlığı birden tavan yaptı. Ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nun İslam Konferansı Örgüt’nün başına seçilmesinin ardında da o başarı yatar.
- Bölgede Türkiye’nin etkili olması hepimizin istediği bir şey ama etkili olmak müdahale etmek değil. Müdahale etmek etkiyi birden bire ortadan kaldıran bir şey.
DIŞ POLİTİKA BAŞARILI DEMEK KİMSENİN HAKKI DEĞİL
- Türkiye’nin dış politikasını başarılı buluyor musunuz sorusuna evet cevabı vermek benim değil hiç kimsenin hakkı değildir. Çok acı bir tablo. Sonuçlar ortada. Müthiş bir yalnızlık durumuyla karşı karşıyayız. Temel ittifaklarımız tehlikeye girmiştir, batı ile ilişkilerimiz sıkıntıda, AB ile ilişkilerde sıkıntı var. Tabii bu dış politika uygulamaları kadar içerideki demokrasi ve yargı uygulamalarıyla da ilgili.
ERGENEKON HAKSIZ BİR DAVAYDI VE HEPİNİZ ARKASINDAYDINIZ
- Demokrasi ve hukuk devleti konusundaki tablo maalesef en sıkıntılı alanlarımız. Fikir, ifade ve basın özgürlüğü yaşanan bir gerçek değilse ve yargı bağımsız değilse ki bu ikisi de artık netleşmiş bir tablo, demokrasiden söz etmek çok büyük bir yanılgı olur. Türkiye demokrasi bakımından ciddi problemleri olan bir ülkedir bu dünyanın giderek tespit ettiği bir gerçektir. Bütün raporlar, çalışmalar bunu ortaya koyuyor. Ben Ergenekon’un savcısıyım diye ortaya çıktı dönemin başbakanı. Düşünsenize. O dava ilk günden itibaren haksızdı. Siyasi bir davaydı. Şimdi o yaptı bu yaptı diye insanlar suçlanıyor ama o yaparken hepiniz arkasındaydınız. Hukuk yok. 12 Eylül anayasası bile uygulanmıyor. Çok ağır bir tablo maalesef.
- Askeri vesayet diyorlar ya, şimdi başka bir vesayet dönemi yaşıyoruz, bu bir gerçektir. Bir siyasi suçlama olarak söylemiyorum. Çok açık bir olaydır. Bunu Türkiye’nin alması lazım. Halkın yardımıyla, demokrasiyle aşacağız, başka çare yok.
BİR İKTİDAR DEĞİŞİMİ ÇOK İYİ OLACAK
- Türkiye maalesef adalete, gelir dağılımında ve eğitimde ve dış politikada çok ciddi zafiyetler sergiliyor. Bu konularda ciddi atılımlara ihtiyaç var. Tıkanıklık bir aşılabilse, şu andaki gayritabii siyasi yapı değiştirilebilse… Yüzde 50’nin altındaki bir oyla üçte iki çoğunluk elde edip bir hegemonya tesis etme... Bir ikidar değişimi olsa çok iyi olacak.
SİYASETTE EN BÜYÜK TERBİYE İKTİDARIN GEÇİCİ OLDUĞUNUN GÖRÜLMESİDİR
- 2015 seçimlerinin Türkiye’de bir yenilenmenin, bir değişimin umudunu yeşertmesi ve bunun kapısını açması gerekiyor. Siyasette en büyük terbiye iktidarın geçici olduğunun görülmesidir. Bir süredir Türk siyasetinde böyle terbiyeli bir unsur yok. İktidar ebedi gibi bir anlayış var. Bu yolsuzluklara, hukuksuzluklara yol açıyor. Halbuki iktidarın değişebilir olması çok önemlidir. Değişmemesi memnuniyetten kaynaklansa bir sorun yok da çoğu kez memnuniyetten değil çaresizlikten teslimiyetten ortaya çıkan bir durum oluşuyor.