Skip to main content
x 

Ahmet Ümit Genç Bakış'taydı

Aşkın en güzel kısmı, imkansızlığı aşma girişimidir...

Ahmet Ümit Genç Bakış'taydı
Ahmet Ümit Genç Bakış'taydı

Türkiye'nin en çok okunan yazarlarından Ahmet Ümit bu hafta Abbas Güçlü ile Genç Bakış'a konuk oldu, canlı yayında Kocaeli Üniversitesi öğrencilerinin sorularını yanıtladı. 

İşte programın geniş özeti; 

EN ÖNEMLİ SORUN KUTUPLAŞMA
Bence bugün Türkiye'nin en önemli sorunu kamplaşmadır. Alevi ve Kürt meseleleri, dindar-laik çatışması büyük fay hatlarıdır. Bizim bu fay hatlarını artık ortadan kaldırmamız lazım. 

RUMLARI SÜRDÜK TARLABAŞI NE HALE GELDİ
Biz Tarlabaşı'ndan Rumları sürdük. Ne oldu bugün Tarlabaşı, Beyoğlu? Başka bir kimliğe büründü. O insanlar kalsaydı bugün Beyoğlu çok daha güzel olacaktı. Biz çok daha kardeş bir toplum olacaktık. Çok şey kaybettik. O yüzden bugün toplumda farklı kültürler yaşamalılar. Bundan çekinmemek lazım. 

GEZİ'DE DEVRİM FİLAN YOKTU
Gezi Parkı'ndaki olay toplumun bütün kesimlerini kapsayan, 'hayır birşey yapacaksanız burada bize sorun' hareketiydi. Ben başından bu işin içindeydim çünkü benim ofisim oraya çok yakın. Benim olanağım olsa Gezi Parkı'ndan Mecidiyeköy'e kadar heryeri park yaparım. Çünkü şehrin nefes alacak yeri kalmadı. Bunun kaldırılmasına karşı da insanlar bir tepki koydular. Ben orada toplumun bütün kesimlerini gördüm. Kendiliğinden başlayan bir hareketti. Bu bir devrim hareketi filan değil. Devrim olması için nesnel koşullar lazım. Onlar yoktu ki devrim olsun. Dışarıdan kurgulandığına hiç katılmıyorum ama olay bu kadar büyüdükten sonra, yabancı gizli servisler gelebilir. Orada eğer yetkililer gelip ikinci gün insanlarla konuşsaydı, olay buralara gelmezdi. Orada bir yönetim boşluğu ve yanlış yaklaşım var. Kriz doğru yönetilememiştir, birinci neden budur. 

GENÇLİK SUSKUN DEĞİL
Ben gençliğin suskun olduğunu düşünmüyorum, Gezi Parkı olayları bunu gösterdi. Ben gençlikten umutluyum. Duyarlı bir gençlik var. Ama dünyanın, ülkenin genel gidişatından ayrı bir gençlik hareketi nasıl olabilir. 68 hareketine baktığınız zaman dünyada bütün üniversite gençliği sokağa dökülmüş, Türkiye de bunlar etkilenmiş. Ama şu an dünyada böyle bir hareket yok ki. 

DÖNEM DEĞİŞTİĞİNDE İLK YARGILANANLAR POLİSLER OLUR EMRİ VERENLER DEĞİL
12 Eylül döneminde inanılmaz işkenceler yapıldı. Sonunda yargılanan ve ceza alanların çoğu polislerdi. Ama asıl emri verenler hala ciddi cezalara çarptırılmadı. O yüzden ben hep söylüyorum; diktatörlük dönemlerinde, otoriter yönetim dönemlerinde en çok zarar görenler askerler ve polislerdir. O yüzden demokrasiye en fazla onlar sahip çıkmalı. Çünkü dönem değiştiği zaman yargılananlar ilk onlar oluyor. Örgütlenmeliler. Herkes örgütlenmeli. Toplum örgütlü hale gelmeli. Bundan korkmamak gerek. Ancak örgütlü toplumlar demokrasiyi gerçekleştirebilir. O yüzden meseleyi sadece bir polis karşıtlığı olarak ele almayı doğru bulmuyorum. Asıl mesele politik iktidarların aldıkları kararlardır ve onlara karşı çıkmak lazım. Evet bunu uygulayanlar polislerdir. Bunu utanarak uygulayan polisler de var, zevkle uygulayan polisler de. 

BAŞKOMSER NEVZAT EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ'NE ÖNERİMDİR
Başkomser Nevzat benim Emniyet Müdürlüğü'ne önerimdir. Vicdanı ve merhameti olmayan polis iyi bir polis olamaz. Halkın polisi olunacaksa bu şart. Yeri geldiğinde işten atılmayı göze alıp, ben bunu yapmıyorum diyebilmeli. O yüzden polis okullarında vicdan ve merhamet dersleri okutulması lazım. 

BEHZAT Ç'Yİ ÇOK BEĞENİYORUM
Behzat Ç'yi çok beğeniyorum. Filmi de çok merak ediyorum. Oldukça başarılı, özgün ve Türk edebiyatında önemli karakterlerden biridir. 

ERGENEKON'DAN ÖNCE ERGENEKON'U YAZMIŞTIM
Faili meçhul cinayetleri konu alan bir romanım var; Kukla. Ergenekon meselesi ortaya çıkmadan Ergenekon'u yazmıştım ben Kukla'da. 

FAİLİ MEÇHULLERİ KONU ALAN BİR ROMAN YAZIYORUM
Şimdi yazmaya başladığım roman günümüzde başlayıp İttihat ve Terakki'ye gideceğimiz, biraz faili meçhulleri de konu alacak bir roman olacak. 

İSTANBUL HATIRASI FİLM OLACAK
İstanbul Hatırası'nın film haklarını Abdullah Oğuz satın aldı. Önümüzdeki yıl çekilebilir. 

ROMANLARIMDAN 13 BÖLÜMLÜK ÇOK GÜZEL DİZİLER OLUR
Ben böyle çok uzun, 36 bölüm dizilerden hoşlanmıyorum. Çünkü roman roman olmaktan çıkıyor. Türk edebiyatının büyük ustalarının romanlarını dizilere uyarladılar ama o roman o roman olmaktan çıktı.  Bizim romanlardan çok güzel diziler olur 13 bölümlük, ama bakalım, yapımcılara bağlı bu iş. 

DEPREMLE İLGİLİ KİTAPLAR YAZABİLİRİM
İleride depremle ilgili kitaplar da yazabilirim, olabilir. Bunu gündeme getirmek, duyarlılığı arttırmak lazım. 

BİZİM SOLCULAR DANTE'YE SEMPATİ DUYAR MEVLANA'YA BURUN KIVIRIRDI
Solcu, Marksizmle ilgilenen biri neden Şems'i yazıyor? Burada bir çelişki var mı? Yok. Çünkü Marksizm'i yaratan koşullar aslında dinden, mistik kültürden geliyor. Dolayısıyla kültürleri bölmemiz mümkün değil. Eğer siz dinler tarihini bilmezseniz, yeni bir pozitif kültür yaratamazsınız. Ben sadece mistik kültürün ne olduğunu anlamaya çalıştım. Mesela Dante ile Mevlana çağdaştır ama bizim solcular Dante'ye biraz daha sempatiyle bakar ama Mevlana'ya burun kıvırırdı. Şimdi bu biraz ortadan kalkmaya başladı, benim için sevindirici. 

Bu topraklar bize müthiş bir kültür sunuyor. Bunlardan bir tanesi de Mevlana ve onu etkileyen Şems'tir. Beni ilgilendiren buydu. Nasıl İstanbul Hatırası'nı yazdıysam Bab-ı Esrar'ı yazma nedenim de bir de böyle bir kültür var demekti. 

POLİSİYE YAZIYORSUN DEDİKLERİNDE KÜFÜR GİBİ GELDİ
14 yaşımda politik mücadeleye başlamıştım 29 yaşıma kadar olan yıllarım hep gergin bir ortamda, hep bir kavga içinde geçti. Yazmaya başlayınca da birdenbire polisiye çıktı. Aslında başta polisiye yazdığımı farketmiyordum rahmetli Ali Taygun sen polisiye yazıyorsun deyince, önce küfür gibi geldi bana, çünkü benim için edebiyat dünyayı değiştirecek, insanı daha iyi biri yapacaktı. Sonra anladım ki polisiye çok önemli bir edebiyat türü. 

LİSEDEYKEN DİYARBAKIR'A SÜRGÜN EDİLDİM
Antep'te lisedeyken bizim okul çok belalıydı, o dönemin üniversiteleri gibiydi. Solcu ağırlıklıydı öğrenciler. Miliyetçi Cephe Hükümeti bizim okulu düşürmeye çalışıyordu ve arkadaşlarımla ben Diyarbakır Ergani'ye sürüldük. 1 ay orada kaldık. 

YAZAR OLMASAM POLİTİKACI OLURDUM
Yazmaya Moskova'ya gittiğimde karar verdim. Çünkü orada gördüğüm benim idealimdeki sosyalist toplum değildi. Ben de başkalarının sözünü aktarmak yerine kendi sözümü söylemeye karar verdim. Eğer yazmasaydım bugün politikacı, bir politik aktivist olurdum. 

KÖTÜLÜK YAPMAYI BİLEN GELİŞMİŞ İNSANDIR
Herkesin içinde bir katil, hepimizin içinde bir kötü var. Önemli olan içimizdeki iyiliğin bu katille başa çıkma meselesidir. Kötülük yapabilen insan gelişmiş bir insandır. Çünkü kötülük yapabileceğinizi bile bile onu bastırıp iyiliği seçiyorsanız insan olmak meselesi budur. 

AŞKIN İYİLİKLE BİR İLGİSİ YOK
Aşk tümüyle bir yanılsama, büyük bir yanılsama. Birini görüyor ve ona hayatın bütün anlamlarını yüklüyorsunuz. İyi ve olumlu ne varsa... Yazık ona da yazık. Böyle birşey yok, böyle bir hayat yok. Bunu kimse kaldıramaz. 

Aşk, yazmaktan daha kötücül bir duygu. Aşkın iyilikle bir ilgisi yok. Hiçbiriniz iyi dediğiniz birine aşık olmazsınız. Anlayamadığınız, çözümleyemediğiniz birine aşık olursunuz.

YAZARLIK YARI ŞİZOFRENLİK DEMEK
Roman yazarken karakter yaratarak başlamıyorum. Mesela bir konu, bir şehir beni çok etkiliyor. Mesela Bab-ı Esrar'ın baş kahramanı Londra'dan gelen bir kadın. Nasıl ortaya çıktı? Romandan önce değişik mevsimlerde Konya'ya gittim ve o arada Mevlana, Şems ve tasavvuf üzerine okumalar gerçekleştirdim. Mevlana Türbesi'nin karşısında bir otelde kalıyorum. Karlı bir gece, saat 11 suları. Balkona çıktım. Dışarıda büyük bir sessizlik var.  

Balkondan Mevlana'nın türbesine bakarken türbenin kapısı usulca açıldı. İçeriden bir kadın çıktı. Yabancı, hemen anlaşılıyor Türk olmadığı. Kumral. Kar tanelerini uçuşturan rüzgar var ya, o rüzgarın üzerine bindi ve karşıdaki Üçler Mezarlığı'nda kayboldu. Tabii böyle olmadı ama ben onu gördüm. Yazarlık yarı şizofrenlik demektir. 

BİR CİNAYET İŞLENDİĞİNDE GERÇEK KİMLİĞİMİZ ORTAYA ÇIKIYOR
Bir yazar insan ruhunu anlatmaya çalışır. Ama insan ruhunu anlatmak çok zor çünkü hepimizin yüzünde maskeler var. Gerçek ruhumuz nedir belli değil. Ama mesela bir cinayet işlendiği zaman gerçek kimliğimiz ortaya çıkıyor. Korkaklar korkuyor, soğukkanlılar müdahale ediyor, cesurlar katili bulmaya çalışıyor, iyimserler adam ölmemiş daha, gözleri kıpırdadı diyor. Böyle bir hayat. Bu yüzden ben polisiye yazıyorum. Karakterlerimin ruh hallerini çok daha iyi ortaya çıkarabiliyorum. 

AŞKIN EN GÜZEL KISMI İMKANSIZLIĞI AŞMA GİRİŞİMİDİR
Aşk denilen şey sevgiliye ulaşmak değildir. Aşk, sevgiliye ulaşmak için harcadığımız çabaların, döktüğümüz gözyaşlarının, çektiğimiz acıların toplamıdır. Sevgiliye ulaştığınız, seni seviyorum dediğiniz an, onun eline dokunduğunuz an, zalim aşk tanrısı, kum saatini tersine çevirir. Sakın sevdiğinize sevdiğinizi söylemekten çekinmeyin. Çünkü her aşk biter. Ama bunu söyleyin, yaşayın. O yüzden de aşkın en güzel kısmı imkansızlığı aşma girişimidir. 

KİTAPLARIM ÇOK UCUZ
Benim kitaplarım çok ucuz. Ben hakikaten buna dikkat ediyorum. Yayın eviyle de konuştum, anlayışlı davranıyorlar. Avrupa'ya kıyasladığımız zaman, bence kitap çok pahalı değil Türkiye'de. Bu işin bahanesi. Ama daha da ucuzlayabilir. Devlet KDV almayabilir. 

Korsan korkunç. Lütfen almayın. Hırsızlık, adilik. Sadece bana zarar vermiyor, kitapçıya, yayıncıya, herkese zararlı. İkinci el alın, arkadaşlarınızla birleşip alın ama korsan almayın. 

İlk kitabımı, şiirlerimi yazarken ilham perileri geliyordu bana. O zaman gençtim yakışıklı bir adamdım periler geliyordu ama artık gelmiyor oturup çalışıyorum, araştırıyorum. 

DAN BROWN'DAN ETKİLENMİYORUM
Dan Brown'da karakterler derin değil, bense karakter anlatmayı seviyorum. O yüzden Dan Brown benim yazarım değil, ondan etkilenmiyorum. Aramızda bir benzerlik olduğunu düşünmüyorum ama etkilensem söylerim.

MESELE KATİLİN KİM OLDUĞU DEĞİL
Benim romanlarımdaki ana mesele katil kim meselesi değil. Aslında polisiyede de artık bu bitti. Katilin bu cinayeti neden işlediği, suçu yaratan koşullar ve cinayetin bir insanın ruhunda yarattığı etkiler... Benim için önemli olan bu. 

YAZMAK BİR RUH GÖÇÜDÜR
Yazmak bir ruh göçüdür. Ahmet Ümit'ten Patasana'ya, Başkomser Nevzat'a geçmek... Ofiste ya da evde yazarım. Kimse olmaz, tek başınayımdır. Genelde senfonik müzik dinlerim yazarken ya da caz veya mistik müzik. Yoğunlaşmama çok yardımcı oluyor. 

İSTANBUL DİŞİ, ANKARA ERKEK
Kendi şehrine kötülük eden bir insanın iyi bir insan olması mümkün değil. Ben İstanbul'u çok seviyorum. Bence her yüzünün en güzel şehri. Dişi bir şehir. Renkli cıvıl cıvıl. Şehirlerin cinsiyetleri vardır Ankara, Moskova erkek şehirler mesela. Daha soğuk daha ciddiler. 

İSTANBUL HALA DİRENİYOR
İstanbul talan edilmiş durumda ama hala direnmeye devam ediyor. Doğası hala büyüleyici, Boğaz hala muhteşem. Böyle bir şehir yok. Ama biz ona barbarca davranıyoruz. Süleymaniye'nin mianreleri arasında Kazlıçeşme'deki gökdelenler görünüyor. Böyle birşey olabilir mi? Buna izin verilebilir mi? Bu katliam, bu cinayet. Ben İstanbul Hatırasını bunun için yazdım, bu şehre kötülük edenleri teşhir etmek için. 

MARMARAY OLUMLU BİR ADIM
Marmaray olumlu bir adım ama şehrin talan edilmesi zarar veriyor. Köprü, yol yapmak kendi başına gelişme, modernleşme anlamına gelmiyor. Tabii ki hizmet gereklidir ama hizmet yaparken tarihe, doğaya kültürel dokuya zarar veriyorsak, bunu düşünmek gerek. 

İstanbul, Paris, Londra gibi şehriler için metro çok önemlidir umarım çekinceler giderilir ve Marmaray güzel bir ulaşım aracımız olur. 

DÜNYA YILLARCA BEYAZ SARAY'DAN DEĞİL SULTANAHMET'TEN YÖNETİLDİ
Yaptğımız herşeyin İstanbul'un kimliği ve kişiliğine uygun olmayışı beni rahatsız ediyor. 8 bin 500 yıllık şehre çakacağınız her çivi bu tarihe saygı duyarak yapılır. Ama biz İstanbul'u talan etmeye devam ediyoruz. 'İstanbul'un taşı toprağı altın' derler. Bu rantçıların hırsızların uydurduğu bir yalan. İstanbul'un taşı toprağı kültür. Dünya yıllarca Beyaz Saray'dan değil İstanbul'dan yönetildi. Böyle bir şehir yok, herşeyden önce buna saygı göstermemiz lazım.

Türkiye'nin heryeri öyle. İlk kilise Hatay'da, Antakya'da.  Urfa'da Göbeklitepe bulundu insanlık tarihine bakış değişti. Bu topraklar birşey söylüyor ama ne yazık ki biz bunu duyamıyoruz. 

ŞİDDETTEN UZAK DURMAK, YAZMAK, ANLATMAK LAZIM
Ölüm korkunç birşey, telafisi yok. Ölümden ve şiddetten uzak durmak, onun yerine, anlatmak, yazmak, tartışmak, anlamaya çalışmak gerek, benim önerdiğim bu. Şiddeti, düşmanlığı, kendi yaşam biçimizi başkasına dayatmayı, ötekileştirmeyi kültürümüzden çıkarabiliriz.

Erkek egemen maço kültürden, lidere tapınmaktan, kul kültüründen kurtulabilmeliyiz. Bu topraklarda 3 bin yıllık kul kültürü var bundan kurtulmamız lazım. Bunun yolu hayır demektir. Hayır demeyen insan birey olamaz. İster abinize, babanıza, ister bir yazara, ister hükümete hayır yanlış yapıyorsun demelisiniz bunun şiddetle bir ilgisi yok. 

POLİTİKADA KAZANMAK DEMEK İLKELERİNİZİN KAZANMASIDIR
Politikada kazanmak demek, ilkelerinizin kazanması demektir, iktidar olmak değil. Özgürlüğün artık devletlerin anayasasında yer alması, köleliğin kaldırılması gibi. Kadın haklarının verilmesi, işçilerin sendikalarını kurması gibi. Bunların hepsi kazanıldı, ona bakmak gerekiyor. Bazen iktidar olmak kaybetmek olabilir.  Belki de sosyalizm iktidar olduğunda kaybetti. Çünkü Rusya'da sosyalizmin altyapısı yoktu, gelişmiş toplum yoktu. 

KORKU SİZİ ÖLDÜRÜR
Bu ülke hep böyleydi, her zaman kavgalarla, sancılarla yürüdü. Toprağı sert, rüzgarı keskin bu ülkenin. Yeniliğe kapalı, çocuklarına karşı çok acımasız. Ama bunu değiştirebiliriz. Bunu siz, gençler değiştirebilirsiniz. Solculuk ya da sağcılıktan, dindarlık ya da laiklikten bahsetmiyorum. Yenilikten bahsediyorum. Yeterki birbirimizi dışlamayalım, haklarımıza sahip çıkalım, sözümüzü söylemekten korkmayalım. Korku korkunç birşey, korku öldürür sizi. Yozlaştırır, ahlakınızı bozar. Korkmamak lazım ama tabii şiddete bulaşmadan. 

ÖLDÜRÜLEN İNSANLARIN UNUTULMAMASINI İSTİYORUM
Romanlarımdaki ölümler birebir gerçek değil ama benim çok gençken öldürülen arkadaşlarım oldu. Edebiyat öğretmenim maalesef o dönem öldürüldü. Bunları anlatmak istiyorum, bu insanların unutulmamasını istiyorum. Ama aynı zamanda artık bu tür cinayetler olmamasını istiyorum. Bunun çaresi demokratikleşme ve yasama, yürütme ve yargının tam olarak bağımsız olması. 

İŞADAMLARIMIZ ANTEP'TE KÜLTÜRE VE EĞİTİME YATIRIM YAPMIYORLAR
Antep'te işadamlarımız, kültüre, eğitime yatırım yapmıyorlar. Marka şehir olmaya çalışıyoruz ya Antep'te, sadece yemekle marka şehir olamazsınız. Kültür ve sanat olmadan olmaz. Eğitimde de maalesef çok fena durumda, bundan kurtulmak lazım. 

GENÇ YAZARLARI DESTEKLEMEK GEREK
Türkiye'de yayıncılık hakları çok dikkate alınmıyor. Ben kendi kitaplarımı yıllarca elimle sattım ancak kitaplar satılmaya başladıkça yayıncılar ilgilenmeye başladı. Genç yazarların sıkıntılarını biliyorum. Uzun ve zor bir süreç. Genç yazarları desteklemek ve özendirmek gerek. Kültür Bakanlığı'nın bir girişimi oldu ama yeterli değil. İsveç'te 15 kitap yazan bir yazara ister muhalif olsun, ister devlete, hükümete çatsın farketmez,  İsveç Devleti ona bizim dilimizi ve kültürümüzü geliştirdin diye bir maaş bağlıyor. 

SURİYE'DE SAVAŞIN TARAFI OLMAMAK GEREK
Annem kardeşlerim, Antep'te. Ben özellikle Reyhanlı'dan sonra çok kaygılandım. Bu iş biz de sıçradı diye ama öyle olmadı. 

İnsani bir tavır olarak tabii Suriye'den gelen insanları almamız, bakmamız lazım ama orada savaşın tarafı olmak ne kadar doğru başka bir mesele. Doğru olmadığı açığa çıkıyor. Yapayalnız kaldık, müttefiklerimiz bizi bıraktı. O nedenle bir an önce doğru politikaya yaklaşmakta fayda var. 

ESERLERİMDE EŞİMİN BÜYÜK EMEĞİ VAR
Eşimle ilişkilerim çok iyi. Fikirlerimi dinler, bana fikir verir ve çok acımasız eleştirir, eserlerimin büyük çoğunluğunda çok büyük emeği var. Sürecin her aşamasında birlikteyiz, okumaları, gezileri birlikte yaparız. 

DİLE SAHİP ÇIKMAK YASAYLA DEĞİL EDEBİYATLA OLUR
Türkçe'nin yozlaştığı kesin dilimize sahip çıkmıyoruz. Dile sahip çıkmak sadece yasayla olmaz, edebiyatla olur. Edebiyatçılara sahip çıkacaksınız. 

Programın tamamını izlemek için TIKLAYIN!